24 Haziran 2013 Pazartesi

Ferat Emen Röportajı

# Ferat Emen Röportajı #

Ferat Emen, 1972 doğumlu. Yazmaya geç başlamış. Yıpratıcı öyküler kaleme alıyor. Hüsniye Hanımın Ağzı adlı ilk öykü kitabı Notos Kitap'tan çıktı. Muhtemelen kitabı henüz edinmediniz; ama bu röportajdan sonra mutlaka edineceksiniz. Edebiyatımızda bomba etkisi yaratacak bu kitap, hassas bünyeleri darmaduman edecekken, sağlam bünyeleri de şöyle bir sarsacak.

Ferat Emen bizi kırmadı ve ortaya bu röportaj çıktı. Mümkün olduğu kadar arkadaşınıza okutmanız dileğiyle...


1) İlk önce şunu sorayım: Kendinizi saklamak gibi bir derdiniz var mı? Kitaptaki biyografiniz, hayatınız hakkında pek bilgi vermiyor, orada yazılanın yeterli olacağını mı düşünüyorsunuz?

Saklanmak gibi bir derdim var ama bu, kitaba biyografimi kısa yazmamı açıklamıyor. Kestirmeden söyleyeyim, kitaplara konulan biyografiler öncelikle sıkıcı. Sonra, öykü kitaplarına konan biyografiler de adeta bir tornadan çıkmış gibiler. Açıp okuyun. Öykülerin yayımlandığı dergiler sıralanıyor ilkin, devamında da doğum yeri ve eğitim durumu hakkında bilgi veriliyor. Verilen bilgilerin büyük oranda amacının, okuyucuyu yönlendirmek olduğuna inanıyorum. Boğaziçi Elektronik Mühendisliğinden mezun, Hakkârili, 26 yaşında bir kadın. Etkileyici değil mi? Mümkün olsaydı adımı bile değiştirecektim. Sözgelimi kitap keşke Zarife Kenger adıyla yayımlansaydı. Ciddiyim.

Bir de otobiyografilerinde mütevazılık yapan yazarlar var. Kendilerine "luzır" süsü verenler. Paraya kıymet vermediğini söyleyenler, sağda solda amelelik, garsonluk yaptığından bahsedenler, aşktan ve devrimden yana olduğunu araya sıkıştıranlar. Elbette hiçbir şeyden bahsetmeyerek de okuyucuyu yönlendirmiş olursunuz. “Ben biyografimden taşarım,” manasında. Bakın nitekim siz de bu durumu röportaja konu olacak kadar ilginç bulmuşsunuz.

Enterese edecekse söyleyeyim, koç burcuyum. Deniz Gezmiş’in asıldığı gün doğmuşum.

Saklanmak bahsine gelince, “Kardeşim Albırt Rebeno’nun Akıl Almaz İntiharı” adlı öyküdeki Albırt karakteri, benim saklanma, kaçma, hatta kaybolma içgüdümün bilinç üstüne çıkmış halidir.

2) Hüsniye Hanımın Ağzı ilk kitabınız. 1972 doğumlu olmanızı göz önünde bulundurarak soruyorum: Neden bu kadar beklediniz?

Aslında beklemedim. Geç başladım. Bunu kısmen kendimi Türk Edebiyatından komplekse varan bir oranda uzak tutmamla açıklayabilirim. Bir manada zihnimi kirletmediğim de iyi olmuş diye düşünüyorum. Yaşlı olduğumu ben de kabul ediyorum, ne yaparsam yapayım bundan böyle dünya çapında bir yazar olamayacağım. 

3) Kitapta yer alan 18 öykü arasından Hüsniye Hanımın Ağzı kitabın ismi olarak seçilmiş. Bu öykünün kitabın adı olarak seçilmesinde ne gibi bir önemi var?

Fikir bana ait değil, Yavuz Şufta arkadaşımdır, onun önerisi. Bir firmada çalışıyordum, genel müdür yardımcılarının katıldığı bir toplantıdaydık. Solumdaki genç hanım, toplantı boyunca cep telefonundan kendi öz ayaklarının fotoğrafını çekti. Ucu açık krem bir ayakkabı giymişti ve ne yalan söyleyeyim mor ojeli ayakları bence de fotoğraflanacak kadar çekiciydi. Arada bir de çektiği fotoğraflara bakıp, çaktırmadan gülümsüyordu. Uzun süre düşündüm, insan neden kendi çıplak ayaklarını kendine teşhir eder, bizzat kendisini pornografik bir malzeme olarak kullanır diye. Fikir oradan evirildi, “Kötülüğü kendi üzerimden anlatmalıyım,” palavrasına kadar geldi. Tabi bir de çıkan öykü kitaplarında, kitaba nazar boncuğu niyetine yerleştirilen yazarın kendi öykücülük serüvenini anlattığı öyküler bahsi var. Hemen hemen bütün öykü kitaplarında geçer böyle bir öykü. Gecedir, genç öykücümüzün uykusu kaçmıştır, dışarıda şahane bir yağmur kahramanımızı masasının başındaki kâğıt kaleme çağırır. Geceleri martıların olmamasına üzülmeyiz, nasılsa insanlaştırılmış bir kedi odanın içinde dolanmaktadır. Öylesine masumdur ki dünyaları. Öylesine kutsanmıştır ki. Artık yazmaktan başka çareleri yoktur. Yazma motivasyonunu başka deneyimlerden alanlar da olabilir. Bunu göstermek istedim. Hüsniye Hanımın Ağzı öyküm onlara armağan olsun.

4) Öykülerinizi bir arkadaşıma anlatırken zorlandım. Sertse sert, sivriyse sivri diyorum, tabii bu cümleler kitabı okumayanlara yetmiyor. Siz kitabınızı henüz okumamış birine öykülerinizi nasıl anlatırsınız?

Michalengelo’nun Davut heykelinin mükemmel fiziki oranlarını, Medici ailesinin özel izniyle kadavralar üzerinde uzun yıllar çalışması sayesinde ortaya çıkardığını biliyoruz ama onun asıl başarısı, cesaretli bir gencin kendisinden kat be kat güçlü bir düşman karşısında, onunla düelloya girmeden önce verdiği tepkilerin fiziksel sonuçlarını harikulade gerçekçi bir şekilde ortay koymasıdır. Evet, Golyat’a taş atan Davut, o gerilim anında gerçek hayatta nasıl kasılmışsa, heykelimizde aynen öyle kasılmaktadır. Müşahede ettiğimiz bütün güzelliklerin altında neredeyse sınırsız bir kimya, muazzam bir hendese ve olağanüstü bir gizem mevcuttur. Ben de yazarken tanrıyı taklit etmeye çalışırım. Bununla birlikte, pek çok hatası var öykülerimin. Misal, “… üst sağ iki köpek dişi,” demişim bir yerde. Oysa insanda sağ üstte bir köpek dişi olur. Bazen gereksiz yerde şaka yapmışım. Haddinden fazla alt metinle, metni boğmuşum. Kabadayılığı, farfarasından kaynaklanmasaymış keşke. Olgunlaşacağını müjdelemekle beraber, ergenlik safrası, kitabın bünyesini kirletmiş. Daha fazla ansiklopedik detaya ihtiyacı varmış. Kurguyu yaşamın pratikliğiyle güreştirmişim, kaybedeceğini kurgunun, kestirememişim. Bir iki yerde ahbaplarımın hatırasına saygısızlık etmişim. Derine ineyim derken oksijensiz kalmış, ciğerlerimi büzmüşüm. Havlamışım, ısırmışım. Üç aşağı beş yukarı böyle öyküler.


(Görsel: Banksy)

5) Hemen her öykünüzde "aykırı" karakterler mevcut. Okur olarak insan ister istemez sizin de aykırı ve ters birisi olduğunuzu düşündüm. Öyle misinizdir?

Tuvalete sağ ayağımla giriyor, takım elbisenin altına beyaz çorap giyiyorum, aykırı mıyım bilmiyorum, tersliğime gelince herkes kadar. Hâsılı, bu kültürün vasatıyım.

6) Edebiyatımızda son dönem yeni ve özgün kalemlerin yetiştiğini düşünen biri olarak soruyorum: Edebiyat dünyasında nasıl bir fark yaratabileceğinize inanıyorsunuz?

Özgün kalemler konusunda haklı olabilirsiniz ancak o kafalar öykü, roman yazmıyor, firmalarda bilgisayar programı yazıyorlar. Bir bölümü de sözlüklerde takma isimlerle harikalar yaratıyor. Kayış gibi zekâlar. Minik bir iki yetenekle ülkenin en önemli adamlarından biri haline gelebilirsiniz. Çünkü bu topraklar çizgi dışına çıkmanız ve anında parlamanız için olağanüstü fırsatlar sunar size. Belki de her ülke böyledir.

7) "Absürd" kelimesi kontrolüm dışında öykülerinizi düşünürken zihnimde beliren kelimelerden biri oluyor. Sizin de böyle bir beklentiniz var mıydı?

Yoktu.

8) Öykülerinizde dram ile trajediyi iç içe okuyabilmek insana çok keyif veriyor doğrusu; ancak öykülerin sonları genelde "yıpratıcı" oluyor. Okurları hırpalamak, onları rahatsız etmek gibi bir derdiniz de var sanki?

İtiraf etmeliyim ki, ne trajedinin ne de dramın tam olarak ne manaya geldiğini biliyorum. Haneke’nin ve Aşgar Ferhadi’nin filmlerini izlemek de bana aynısını yapıyor. Bir şekilde bütün silahlarımı yere bırakmak zorunda kalıyorum. Takatsizleşiyorum. Var olmak böyle, zaten yıpranıyoruz hiç olmazsa gerçek bir sanat eseri sebep olsun bu yıpranmaya. Öykülerim, sonu itibariyle de olsa, sizde bir nevi eskimeye, yıpranmaya yol açmış ise kendimi bahtiyar sayarım. İki önceki sorunuza da cevap vermiş oldum, Türk Edebiyatında yarattığım fark bu olsun, “Kendimi ve okuyucuyu mazeretsiz bırakmak.”

9) Siz artık yaş olarak olgunluk çağınızdasınız diyebiliriz sanırım, sizden genç olan ve henüz ilk kitabını yayımlatmayan yazar adaylarına verebileceğiniz tavsiyeler var mı?

Bu mesele çok uzundur maddeler halinde anlatayım.

• Asla yalan bulaştırmadan bir hikâye anlatma.
• Araplara inan, “Yalancının annesi bakiredir,” derler.
• Kurguya yaslan, dile değil. Sesinin bozulup mırıltının çığlığa dönmesi, ömrüne sığmaz. O halde dili kurcalamaktan vazgeç. Günahtır, yazıktır. Bütün o anlaşmaya yarayan sentaksın içine sıçarsın. Cürümünün kefaretini ödeyemezsin sonra.
• Cesaret. Pişman olmak için risk almayı kitap sonrasına bırak.
• Türk Öykücülüğünün hafıza stokundan ezber kodları devşirmekten sakın.
• Her işte bir hayır vardır.
• Gözlemciden bağımsız bir gerçeklik algısının olamayacağının, fiziksel olarak ispat edildiğini hatırından çıkarma.
• Usulca, kocaman, ironi ve tekinsiz kelimelerini sakın kullanma.
• Neşeli kadınlardan, sahtekâr balıkçılardan, sübyancı delilerden, alışverişi seven erkeklerden bahset. Aman ha insancıl olma. Ancak o zaman merhametin tınısını yakalarsın.
• Buralardan kaçıp gitmek isteyen, şifonyerin üzerindeki gelinlikli fotoğrafına bakıp şimdi çuvala dönmesinden kocasını ve evde bulaşık yıkamasını sorumlu tutan bir kadın kahramana varırsan, o öyküyü bırak.
• İçini dökme.
• Bireyin acısını, bir tür olarak âdemoğlunun yazgısıyla açıkladığını mı sanıyorsun. Y*rağımı açıkladın.
• Nesnel olmak için gerekli efektler mevcuttur. Ve en önemlisi öğrenilebilir. Atmosfer, büyük oranda mekân kullanımı ve kahramanlar arası ilişkilerin mühendisliği ile alakalıdır. Kahramanlarındaki acının faş edilmesiyle değil.
• Duygudan uzak dur, aksiyona yelten.
• Kitabı ailenden birine atfetme.
• Fayans ustalığından, göz doktorluğundan ya da hemşirelikten hiçbir farkı yoktur yazarlığın. İşini yap.
• Öykü de teknolojiktir, yayımlandığı an eskir. Metnin yeni sürüm değilse elinde patlar. Yeni formlar, mümkündür.
• Esnaf ol.
• Şehirler maske takan insanlardan oluşmaz biliyorsun değil mi?
• Bizzat metnin mimarisini, edebiyatın yüceltilmesine karşı kullan. Çürümeyi dil üzerinden değil, geometri üzerinden başlat.
• Öykülerinde yazarları anma. Dostoyevski’yi, Kafka’yı, Oğuz Atay’ı. Onlardan medet umma. Ölüdürler. Edebi türbelere çaput bağlama.
• Ayna, kuyu, göz metaforlarını unut.
• Öykü isimlerinde kelime oyunu yapma.
• Akma, paketçikler halinde gel. Sıçra.
• “Dilimdeki ölüler,” “Kelimelerim duvara çarpıp odanın ortasında asılı kaldı,” benzeri benzetmelere iltifat etme.
• Kahramanlarını asla meyhaneye sokma. Vapura bindirme. Kasabada yaşatma. Sıkılmış kentli, hiç yapma.
• Mümkün derecede çok İslami motif kullan. Ezanı duysun kahramanların, namaz kılsın, s*kişsin.
• “Şu gök kubbe altında söylenmedik söz yoktur,” lafına tenezzül etme. Kumsalda bulduğun istiridyeyle keyif içinde oynayan çocuk gibisin, oysa önünde namütenahi bir okyanus uzanmakta. Kafanı kaldır.
• Var olmanın bütün makamları mucizevidir. Bil.
• Var olmanın herhangi bir makamı mucizevi değildir. Bunu da bil. Kur’an’da yazar.
• Öykü nesirden ziyade şiire yakınmış, inanma.
• İlginç olacağım diye soytarılaşmayı, klişe kullanarak aşınmaya tercih et.
• Kendini, yazdıkların üzerinden ciddiye alma, insan, alt tarafı ölür. Zeki, estetik ve ahlaklı ol.
• Yetimlik ve intihar romantizmine meyletme. Köyün delilerine güzelleme yapma.
• Bizzat kendini döverek okuyucuyu mahcup et.
• Yazıya haysiyet kazandırmaya çalışmanın Allah’ın kudret sıfatıyla çeliştiğini düşün.

10) Son olarak şunu sorayım: Bundan sonra bizi nasıl kitaplar bekliyor? Mümkünse çok uzun aralar vermeyin...

Baki Allah. Çok kibarsınız.

Röportaj için çok teşekkürler...

Bir gün bir dolmuşa binmiştim. Biri güzel bir kız, öbürü normal bir oğlan sadece iki yolcusu vardı. En arkaya geçip oturdum. Anlaşılan kız da yeni binmişti ki, önündeki oğlana şoföre uzatması için parasını verdi. Şoför para üstünü uzattı oğlana, oğlan da kıza. Kız teşekkür etti. Oğlan ne söyledi dersiniz kıza, “Asıl ben teşekkür ederim.”

--- KitapGalerisi adına Tuna Bahar ---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder